Bilimcilik ve ideolojiler bunalımı XX. yy’in son otuz yılı içinde bir anlam bunalımını beraberinde getirdi. O zamana kadar insanlık tarihindeki evrimin motoru sayılmış olan rasyonalizmin sorgulanmasına başlanmasından sonra, hem hayat şartlarının düzelmesine hem de evrene egemen olmaya yol açacağı sanılan sürekli ilerleme inancı sarsılmaya başlayınca, tarih felsefesi inancı da sarsıldı. Paradoksal bir biçimde, laikleşme dine karşı yeniden ilgi uyandırdı ve bu arada radikal dinci akımlar aşın bir tutuculuğa ve kökten dinciliğe yöneldi.
Aşırı tutuculuk özellikle Katolikliğe özgü bir davranış olarak kendini gösterdi. XX.yy’in ikinci yarısında ortaya çıktı ve Avrupa’ya yayılarak 1970 ile 1990 arasında, İkinci Vatikan Konsili’nin kararlarına karşı çıkma biçimini aldı. Kökten dincilik (fundamentalizm) ise yüzyılın başında ABD Protestanları arasında ortaya çıkmış ve liberalizme, sosyal angajmana ve bilimin egemenliğine karşı cephe almıştı. Kitabı Mukaddes metinlerinin yorumu bu hareketin kaynağını oluşturur. Kökten dinciler, farklı ölçülerde, Kitabı Mukaddes’i harfiyen yorumlar. Aşın tutuculuk Kilise geleneklerine, kökten dincilik ise kurucu metinlere dayanarak dini değerleri savunmayı amaçlar.
ORTAÇAG’DAN REFORMA
İkona meselesi ve resim kırma savaşı Hıristiyan Doğu’da VIII. yy’da patlak verdi. Bizans’ta, ikonalara tapınmayı reddedenler Meryem ve İsa’nın resimlerinin yapılmasını kabul ediyor ama bunlara tapılmasını, Tevrat’ın bir yasağına dayanarak putperestlik sayıyorlardı. Kavgalarını yine hıristoloji adına yürütüyorlardı ama, aslında, Musevilikten ve Müslümanlıktan da etkilenmişlerdi. İkona düşmanları iki imparatorun da desteğini kazandı. Buna rağmen, 787′de toplanan İznik Konsili «tecessüm ikonalara kutsayıcı bir nitelik verir» diyerek, ikonaların dini değerini tasdik etti.
İkona kırma savaşı IX. yy’da yeniden alevlendi. 843′te, ikona düşmanları sapkın ilan edilince, savaşı kesinlikle kaybettiler. Hıristoloji konusundaki çeşitli fikir ayrılıklarından ortaya çıkan bu belli başlı sapkınlıklardan başka, Hıristiyan Doğu’da birçok yeni mezhep türedi. Örneğin her türlü ayin ve dini töreni reddeden ve aşırı bir çilecilik yanlısı olan Paulusçular. Anadolu’da birçok askerin Paulusçuluğu benimsemesi, siyasi muhalefet haline gelmiş bir mezhep sapkınlığının bariz bir örneğidir.
Kapadokya’da ortaya çıkan Messalianizm, mistik ve coşkulu bir öğretidir. İbadetlerinin esasını dua teşkil eder; Kilise’nin ayin ve törenlerini reddederek Tanrı’yla doğrudan buluşmayı amaçlar. Bu mezhebin mensupları bazen piskoposları ve papazları bile tanımamışlardır. X. yy’dan itibaren, kozmogonik (evrendoğumsal) bir öğretiye sahip ve birtakım özel ayinlerle girilen Bulgar Bogomil mezhebi ortaya çıktı.
Hıristiyan Batı’da, «bin yılı»ndan sonra ortaya çıkan sapkın mezhepler her şeyden önce egemen ideolojiye bir tepkidir. Saf (ilk) Hıristiyanlığa dönmeyi hayal eden ütopyalardır. Şüphesiz en önemlisi, XIII. yy’da Fransa’da Languedoc bölgesinde büyük etkisi görülen Katar mezhebidir. Bogomil mezhebiyle çok yakındır. Ama, İyi Tanrı-Kötü Tanrı ayrımı yapan ve Katolik Kilisesi ‘ni cismani, yani kötü gören Katarların gelişmiş bir ruhani hiyerarşisi («kusursuzlar») vardır. Albililere karşı yürütülen haçlı seferinin başarısına rağmen, Katar mezhebi uzun süre tutunabilmiştir.
İlk engizisyon mahkemesi 1232′de kuruldu. Dominikenlerin teşkil ettiği bu mahkemelerin görevi sapkınları bulmak, sorgulamak (1254′te işkence de yasallaşmıştır) ve suçluları devlet yetkililerine teslim etmekti. Sapkınlığın cezası yakılarak ölümdü. Bir diğer önemli sapkın mezhep de Joachim de Flöre’dan esinlenmiş, adillerin egemen olacağı ebedi İncil (müjde) gününü bekleyen bir öğretiydi. Ortaçağ’ın sonunda başka birçok sapkın mezhep ortaya çıktı. İngiliz Wycliffe din adamlarını ve dini ayinleri reddetti.
1382′de mahkûm edilen bu öğreti Praglı Jan Hus’u etkiledi. Kilise’yi tanımasına ve kabul etmesine rağmen, Hus’un öğretisinde milliyetçi karakter ağır bastı. Hus’un 1415′te ateşe atılarak öldürülmesinden sonra, Çekler Kilise’ye ve Germen imparatorlarına karşı isyan etti.
Katolik Kilisesi tarafından kendileri de sapkınlıkla suçlanan XVI. yy’ın ilk reformcu din adamları, Kutsal Kitaplar’a aykırı buldukları fikirleri sapkınlıkla suçladılar ve Hıristiyan adaletinin bu «kâfirler»! cezalandırmasını istedi. Hatta Calvin kılıçla idam cezasını savundu.
Ama, XVIII. yy’da Protestanlar, Katolikliğin mirası dedikleri, sapkınlık kavramını dahi reddetti. Ama pek çok Protestan bu görüşü benimsemedi. Katolik dünyasındaysa, Papalık, 1824′ten itibaren, «sapkınlık» kavramından vazgeçmiş, resmi dilde «Akatolik» (yani «Katolik olmayan») kelimesini kullanmaya başlamıştı. Ama sapkınlık suçu hâlâ Kilise yasalarında tarif edilen bir kavram olarak yer almaktadır.
Read More about BATI DIŞINDAKİ HIRİSTİYANLIK AKIMLARI