Kültürler arasındaki etkileşim, dinamik bir olgu olup Hıristiyanlığın başından beri bilinmekteydi. Hıristiyanlık Musevilikten kaynaklanıp Yunan-Roma dünyasında gelişmişti. Bu konuda kaleme alınmış olan Yunanca metinler çok geçmeden Akdeniz havzasındaki dillere çevrilmişti. Hıristiyan Avrupa bu süreci kapatmış gibiydi. Nitekim, Hıristiyanlık uzun süre bir ölçüde kendi yaratmış olduğu Avrupa kültürüyle bütünleşmiş, onun bir parçası sayılmıştı.
Hıristiyan misyonerleri mesajlarını Avrupa kültürünün biçimleri altında ihraç etmişlerdi. Asya ve Afrika ülkelerinin özgürlüklerine kavuşmaları üzerine, Latin Amerika halklarının ağırlığı ve Hıristiyanların yeryüzündeki yeni dağılımı verileri değiştirmişti. 1950′li yıllardan bu yana, Batılı olmayan ülkeler Hıristiyanlığın uygulanmasında kendi duyarlıklarının dikkate alınmasını istemişlerdi.
Afrika’daki Hıristiyanlık
Afrika’daki Hıristiyanlık, animist dinlere özgü bir olguyu, insan ile evren arasındaki ilişkiyi ve bunun yanı sıra canlılar ile ölüler arasında bir ortaklık, bir tür birlik bilincini ön plana çıkardı. Kitabı Mukaddes’teki metinler arasında özellikle Eski Ahit’le ilgilenildi. İsa’nın kişiliği ve rolü yeni sanlarla yeniden yorumlandı (Ata, Öğretmen, İyileştirici). Asya’da, özellikle Hindistan’da, insanların iki dine birden mensup oluşu tartışmalara yol açmış, İsa evrenselliği sayesinde Hindu tanrılarının kisvesi altında görüntülenmiş ve dünyanın yaratılışında kendisine önemli bir rol atfedilmişti. Kitabı Mukaddes metinlerinden de en çok ahlaki öğütler üzerinde durulmuştu.
Başka ülkelerde ise, Budizm mirası, Hıristiyanlığın yeniden yorumlanmasına hizmet etmiştir. Daha başka yerlerde ise, sosyopolitik protestolar inanç ve teolojiyi canlandırmıştır (Güney Kore’de Minjung teolojisi). Latin Amerika’ya gelince, hem aydınlar hem halk Avrupa ve Kuzey Amerika Hıristiyanlığından uzak durduğu için, ilahiyatçılar Hıristiyanlığın daha çok kurtarıcı niteliğini vurgulamış, hatta bu konuda Marksist bir analize başvurmuştu (esaretten kurtulma).
Read More about ÖKüMENİK HAREKET